İnsan, geçmiş ve geleceği düşünebilme, hayal kurabilme, alternatif tasarlayabilme, plan yapabilme yeteneklerine sahip. Örnekliyorum: Kolaylıkla dün yemekte ne yediğinizi düşünebiliyor, canınızı sıkan birinin davranışlarını aklınıza getirebiliyor, yıllık izninizde çıkacağınız tatilin hayalini tatlı tatlı kurabiliyor, yarın ne giyeceğinizi planlayabiliyorsunuz mesela. “Ay, şimdi şu çayın yanında havuçlu kek olsaydı ne güzel olurdu!”nun hayalini kurabiliyor, tek tabanca takılan çayınıza acımayla bakıp “Yarın işe gelirken mahalledeki pastaneden alayım bari” diye düşünebiliyorsunuz.
Bu kadar basit değil tabii… Daha geniş ölçekli örnekler vereyim: Geçmişte vermiş olduğunuz bazı kararların hesabını yapıp duruyorsunuz mesela. Eğer o kararları değil de başka kararları vermiş olsaydınız ne olurdu diye alternatifler hayatların hayalini kurabiliyorsunuz. Gelecekte alacağınız kararların neler olacağına şimdiden karar verebiliyorsunuz.
Peki bütün bunları ne zaman yapıyorsunuz? Evet, biraz anlaşılmaz bir soru oldu, o yüzden ben cevaplıyorum: Şimdi.
Bütün o pişmanlık, gözden geçirme, değerlendirme, plan, heves, hayal çetelesini “şimdi”nin üzerinde tutuyorsunuz. “Ne var bunda?” demeyin, darılırım. Varlık, mütemadiyen “şu an” ve “şimdi” üzerinde akar. Çok temel bir bakış açısıdır: “Geçmiş geçti bitti, gelecek henüz gelmedi. Bir tek şu an var realitede.” Peki “şu an”ı olmayan bir insanın kendisi ne kadar vardır? Bir sorar mısınız kendinize “Ne kadar varsın canım sen?” diye?

“Farkındalık”, “anda olmak”, “carpe diem” (anı yaşa) gibi kavramlar zaman zaman duyduğumuz, kısmen bildiğimiz, hatta bazılarımızın ilgilendiği şeyler. Peki ne diyor bu kavramlar? Aslında çok basit bir şey söylüyor hepsi. “Çilek yerken çilek ye.”
Yani ne yapıyorsanız onu yapın, onun farkında olun, başka bir yere gitmeyin; şu ana gelin. Anın hakkını verin.
Elbette mesele anın hakkını vermek değil; kendi varlığımızın hakkını vermek. Çünkü “an” dediğimiz olgu bizim özgürlük alanımız. Orada özgürüz sadece. Diğer türlü ya geçmişin ya geleceğin ya da olmayan bir şeyin kölesiyiz.
Geçmiş yorumlama, gelecek planlama ve alternatif tasarlama yetilerimizi kullanmamız tabii ki önemli; yeryüzündeki tüm canlıların içinde bu yeteneklerin en güçlü olduğu canlılarız biz ve bu yetenekler sayesinde bu kadar gelişmişiz. Fakat insan, yeteneklerinin kontrolünü elinde tutuyor olabilmeli değil mi? Güzel şarkı söylemek, şarkı söylemeniz gereken yerde şarkı söylerseniz yetenektir; bir toplantının ortasında veya alışveriş yaparken markette istemsizce, bağıra bağıra şarkı söylemeye başlarsanız artık onu bir yetenek gibi göremeyiz, değil mi?
Ve aslında tam olarak da yaptığımız bu. Rakamlarla ifade edeyim: * Zamanımızın yüzde 47’sinde o an yaptığımız şeyden başka bir şey düşünüyoruz. Yüzde 47… Yani neredeyse hayatımızın yarısında bedenimizle zihnimiz birbirinden kopuk…

Aklımızın başka şeylere uçup gitmesi, yaptığımız aktivitelere göre değişiklik gösteriyor. Örneğin;
– dişlerimizi fırçaladığımız zamanın yüzde 65’inde,
– çalıştığımız zamanın yüzde 50’sinde (patronlar duymasın)
– sohbet ettiğimiz zamanın yüzde 32’sinde,
– ve seviştiğimiz zamanın yüzde 10’unda zihnimiz akııııp bambaşka yerlere, bambaşka şeylere gidiyor.
Araştırmalar, bir şey yaparken başka şey düşünen insanların, yaptığı şeye konsantre olan insanlara göre farkedilir oranda daha az mutlu olduğunu gösteriyor. Yine çeşitli araştırmalar gösteriyor ki, yaptığınız şeye odaklanmanız, hayallerde gezinmenizden daha fazla mutlu ediyor sizi. İyi bir şey hayal ediyor olsanız bile!
Sıkışık trafiğin ortasında kalmış olsanız dahi, o anki deneyiminize odaklanmak, sizi, başka şeyler düşünmekten daha fazla mutlu ediyor. Şöyle ki, iş çıkışı yoldasınız. Trafik tıkanmış, karnınız aç, yorgunsunuz… Ve hayallere dalıyorsunuz… Şimdi evde olsam, ayaklarımı uzatsam, açsam şöyle güzel bir film, bi yandan da yorgunluk çayımı höpürdetsem… Beyninizin bir kısmı “Ayyy ne güzel olurdu!” diye el çırpsa da, realitenin karşısına koyduğunuz kıyas faktörü sonucunda beyin, “Öyle olabilirdi ama maalesef öyle değil!” duvarına çarpıp mutluluk katsayınızı düşürüyor. Sürekli sosyal medyada mutlu insanların coşkulu fotoğraflarına bakıp, sonra kendi hayatından mutsuz olmakla benzer şeyler aslında.

Oysa “şu an”da olmak çok daha sağlıklıdır bizler için. Anda olmak,
– stresi azaltır,
– hafızayı güçlendirir,
– performansı arttırır,
– konsantrasyonu destekler,
– ve hatta daha rahat uyumanıza bile yardımcı olur!
Oxford Üniversitesi 2013 yılında 273 katılımcı ile yaptığı bir çalışmayı yayınladı. Bu çalışmaya göre, 10 seanstan oluşan 4 haftalık farkındalık eğitimi alan katılımcılarda
– kaygı oranı yüzde 58 oranında,
– depresyon oranı yüzde 57 oranında,
– ve stres oranı yüzde 40 oranında düşüş gösterdi.

Bunun gibi o kadar çok bilimsel çalışma var ki anda olmanın, farkındalığın gücünü ve etkisini ortaya koyan, örneğin 2010 yılında İngiltere’de hekimler üzerinde yapılan bir ankete göre hekimlerin yüzde 68’i hastalarının farkındalık meditasyon tekniklerini öğrenmelerinin onların çok faydasına olacağını düşündüklerini ortaya koymuş.
Bilim insanları golfçülerden oluşan ve biri farkındalık eğitimi alan, diğeri almayan iki kontrol grubunu ele almışlar. Farkındalık eğitimi alarak anda olma yetisini arttıran golfçülerin tümü ulusal puanlamada daha üst sıralara çıkarken, bu eğitimi almayan golfçülerin sadece üçte biri sıralamasını yükseltebilmiş.
2012 yılında California Üniversitesi’nde yapılan bir araştırmada ise bazıları farkındalık dersi, bazıları ise sağlıklı beslenme dersi alan 48 öğrencinin GRE (Amerika’da uygulanan bir çeşit seviye tespit sınavı) sınav sonuçları incelenmiş. Sağlıklı beslenme dersi alanların sınav başarısı ders almadan önceki sonuçlarla aynıyken, farkındalık dersi alanların sonuçlarında yüzde 13’lük bir yükselme görülmüş.

Farkındalığın aslında ilaç gibi bir şey olduğunu da şu örnekle açıklayabiliriz: Amerika’daki bir sağlık merkezinde hastalara 8 haftalık Farkındalık Tabanlı Stres Azaltma yöntemi uygulanıyor ve bu yöntemin insomnia (uykusuzluk) üzerinde reçeteli ilaçlar kadar etkili olduğu ortaya çıkıyor.
Bu kadar bilgi verip, farkındalığın önemini anlattıktan sonra sizi çaresiz uğurlamayacağım tabii bu yazıdan. Günlük hayatta anda olmanın ve farkındalığı arttırmanın yüzlerce yolu var aslında. Şunlardan birkaçını deneyebilirsiniz:
– Zihninizin başka yerlere gittiğini farkettiğinizde bedensel algılarınıza odaklanın. (Vücut konumunuz, bacaklarınızın pozisyonu, dokunduğunuz şeyin parmak uçlarınızdaki hissi gibi…)
– Yemek yerken bir şey izlemeyin. Yemeğinizi yavaş yavaş ve ağzınıza yayılan lezzetini hissederek yiyin.
– Etrafınızdaki havayı koklayın, burnunuza gelen kokuların farkına varın.
– Adım attığınızda ayaklarınızın tabanındaki basıncı hissedin.
– Ofis sandalyenizde otururken nefes alıp verişinize odaklanın, burnunuzun deliklerinden ciğerlerinize giden havayı takip edin.
– Dişlerinizi fırçalarken aynada gözlerinizin içine bakın.
Böylesine basit egzersizlerle farkındalığınızı arttırmanız ve daha fazla “anda” olmanız mümkün. Böylece daha fazla süre “kendiniz” olabilirsiniz. Daha uzun bir ömrün formülünü bilmiyorum fakat, daha fazla yaşamanın formülü olarak anda olmayı verebilirim.