Dünyada insanlar en çok neyin peşinden koşarlar diye sorsam, cevabınız ne olurdu?
Elbette mutluluk!
Hayatta uğruna mücadele verdiğimiz pek çok şeyin temelinde mutluluk arayışı yatıyor. Aşk, kariyer, para. güç, gençlik, güzellik; ne derseniz diyin hepsini kendimizi iyi ve mutlu hissetmek için istiyoruz.
Mutluluk çoğu zaman dıştan gelen bir etkene bağlı gibi gözükse de, benzer etkenler ve benzer koşullar altındaki bireylerin mutluluk seviyelerinin eşdeğer olmadığını biliyoruz. Çünkü mutluluk, ‘içeride’ işlenen bir duygu. Sadece bireyler arasında değil, tek bir bireyde bile aynı etkenler karşısında farklı mutluluk tepkisi oluştuğunu biliyor, tecrübe ediyoruz.
Kendimize, bizi neyin mutlu ettiğini sorduğumuzda, genellikle hayatımızdaki insanlar, durumlar, şeyler, koşullar gelir aklımıza. Aslında bunlar sadece tetikleyicilerdir. Gerçekte mutluluk duygusu en temelinde kimyasal bir deneyimdir. Aynı tetikleyiciye farklı zamanlarda farklı modlarda farklı tepkiler vermemizin temelinde de bu yatar. Depresif bir ruh halindeyken, sizi her zaman mutlu eden şeylerin mutlu etmediğini görürsünüz. Söz gelimi, keyif aldığınız bir yemekten keyif almayabilirsiniz bazen; lezzeti daha öncekilerle aynıdır oysa… Veya yanında kendinizi hep mutlu hissettiğiniz bir arkadaşınızı gördüğünüzde son seferdeki kadar mutlu hissetmeyebilirsiniz; oysa arkadaşınız her zamanki kadar sevecen ve komiktir. İşte, aynı tetikleyicilere farklı zamanlarda farklı düzeylerde duygusal tepki vermemizin sebebi beynimizin bir kimya laboratuvarı olmasıdır.
Mutluluk söz konusu olduğunda, dört ana beyin kimyasalı başrol oynar: Endorfin, serotonin, dopamin ve oksitosin. Beyinde üretilen bu kimyasallar, mutlulukla ilişkilendirebileceğimiz his ve algılar oluşturmaktan sorumludur -ki bu yüzden halk arasında “mutluluk hormonu” olarak da bilinirler.
Hepimiz için bazen hayat istediğimiz yönde gitmeyebiliyor; sebepler, sonuçlar, istekler, beklentiler, insanlar beklentilerimizi karşılayamayabiliyor. Eğer mutluluk sadece dış faktörlere bağlı olsaydı, kendimiz için yapabileceğimiz hiçbir şey olmazdı ve mutsuzluk duygusuna boyun eğmek zorunda kalırdık. Oysa öyle değil. Tam da bu noktada bilim insanlarına sonsuz saygılarımı sunuyorum! Çünkü onların araştırma ve çalışmaları sayesinde beynimizdeki kimya laboratuvarına kısmen de olsa müdahale edebiliyor, basit yollarla mutluluk hormonu seviyesini yükselterek kendi mutluluğumuzu yaratabiliyoruz. Bu yazıda, yukarıda saydığım dört kahraman mutluluk hormonu arasından ENDORFİN hormonunu tanımamızı sağlayacak ve bu yardımsever hormonun salınımını arttırmak için neler yapabileceğimiz konusunda fikir verecek araştırmalar yaptım. Diğer kahramanları da -yani serotonin, dopamin ve oksitosini de daha sonraki yazılarda sırasıyla tanıyacağız.
Ağrısız sızısız mutluluğun adresi: Endorfin
Merkezi sinir sistemi tarafından üretilen bu hormon, ağrı kesici özellik gösterir. Aslında kendi içinde 20’ye yakın alt çeşidi vardır. Endorfin, vücudumuzdaki ağrının hissedilen şiddetini azaltmak için sinirleri uyuşturup acı sinyallerinin sinirler arası aktarımını azaltarak işlev görür. Vücudumuzun doğal morfinidir. Aslında endorfinin etkisi (özellikle beta-endorfinin) morfinden çok daha fazladır. Yaralandığımızda, aşırı stres, korku ve heyecan yaptığımız durumlarda yoğun olarak üretilir. Peki bu “mutluluk hormonu” endorfin nelerden hoşlanır?
– Çikolata
Tabii ki çikolatanın bitter denilen yoğun kakao çekirdekli olanını kastediyorum. Çikolataseverlerin daha az suçluluk hissetmesi için harika bir sebep! Siz yine de abartmayın.
– Acı biber
Çivi çiviyi söker gibi ironik bir durum aslında. Fakat acı biberdeki “kapsaisin” maddesi -ki bibere yakıcı özelliğini de bu madde verir- endorfin tetikleyici özelliğe sahiptir. Ağrı kesici özelliği sebebiyle medikal alanında da faydalanılır bu maddeden.
-Vanilya ve lavanta kokusu
Kahvenize ekleyeceğiniz vanilya aroması veya yastığınıza damlatacağınız lavanta yağı ile beyninizdeki mutluluk hormonu üretimini destekleyebilirsiniz.
– Egzersiz ve spor
İngilizcesi “runner’s high” olan ve Türkçe’ye “koşucu kafası / sarhoşluğu” olarak çevrilen şey gerçekten var. Ağırlık kaldırma ve yoğun egzersiz de aynı kafayı yapabiliyor. “O kadarında gözüm yok” diyorsanız, yürümek, yüzmek veya bisiklete binmek gibi sporları da deneyebilirsiniz. Harcayacağı enerjinin işe dönüşmesini isteyenleri ise temizlik, bahçecilik ve tarla tapan işlerine alalım.
– Meditasyon ve kontrollü nefes egzersizleri
Pilates, yoga ve tai chi gibi yöntemlerin endorfin salgısını arttırdığına inanılıyor. Bu yöntemlerin temelinde “farkındalık” öğretisi vardır ve kişinin kendi kontrolünü kazanmasına yardımcı olur. Kişinin kendi iç dinamiklerini yine içeriden tetiklemeyi öğrenmesi esas alınır.
– Masaj ve akupunktur
Bunun açıklamasını yapmaya gerek yok sanırım. Kim şöyle güzel bir masajla mutluluk hormonu salgılamaz ki?
-Sosyal olmak
İnsan sosyal bir canlı ve arkadaşlarınızda birlikte bir yerlere gittiğinizde, sohbet ettiğinizde -yani sosyalleştiğinizde- beyniniz, var oluş amaçlarınızdan birini yerine getirmiş olmanızı mutluluk hormonu endorfin ile kutluyor adeta.
– Gülmek
“Gülebiliyorsam zaten mutluyumdur, endorfini ne yapayım?” mı diyorsunuz?. Kendinizi mutsuz ve stresli hissettiğiniz bir gün komik kedi videoları izleyin, tekrar görüşelim.
– Aşk
Aşık kişinin kendini bulutlarda hissetmesinin sebeplerinden biri de bu dönemde fazlaca endorfin salgılanması. “Aşığın gözü kör, kulağı sağır; doğruyu yanlışı ondan görmedik” diyor ya şarkıda; hangimiz düşmedik endorfin kuyusuna?
– Seks
Endorfinin seks esnasında arttığı biliniyor. “Başım ağrıyor” klişesi eşler arasında kaçış mazereti olmaktan çıkıp, bilakis bir davet olarak algılanabilir bu bilgiyle.
Azı da zarar çoğu da
Fakat evrenin döngüsü denge üzerine kurulduğu gibi, sağlıklı bir yaşamın temelinde de denge var. Bizler, bir noktada aslında başta beynimiz olmak üzere içeride olup biten sayısız işleyişin manifestoyuz. Denge bir tarafa kaydığında sorunlarla karşılaşıyoruz. Beynimizdeki kimyasalların dengesinin şaşmasının, yaşamımıza yansımaları ise bedenimizin diğer kısımlarından biraz daha farklı. Örneğin endorfin hormonunun gerekenden az salgılandığı kişiler kendilerini sebepsiz mutsuz hissedebilir, çok alıngan olabilir, çabucak ağlayabilir ve bazı durumların üstesinden gelmekte oldukça zorlanabilirler. Kısacası depresyon belirtileri gösterebilirler. Endorfin fazlalılığı ise yarattığı öföri yani aşırı coşku ve mutluluk hali (İng. Euphoria) sebebiyle kişide bağımlılık etkisi gösterebilir ve kişiyi gerçeklik algısından koparabilir. Endorfinin kronik olarak az ya da çok salgılanıyor olması psikiyatrik/nörolojik bir hastalığın belirti ve sonuçlarından biri olabilir. Böyle durumlarda mutlaka bir doktora başvurulması gerektiğini hatırlatmakta fayda var. Yukarıdaki öneriler, sadece günlük hayatlarımızı biraz daha keyifli hale getirmek için verdiğimiz küçük tüyolardan ibaret.